KOMŞU GALAKSİLER
15.09.2017- 15.10.2017
Küratör: İpek Yeğinsu
Galaksimiz Samanyolu, 100 ila 400 milyar yıldız ve sayısız gezegenden oluşur. En yakın komşularımız, ilk kez 2003’te fark edilen 25,000 ışık yılı uzaklıktaki Büyük Köpek Cüce Gökadası (Canis Major Dwarf Galaxy) ile 1994’te keşfedilen 70,000 ışık yılı ötedeki SagDEG’dir (Sagittarius Dwarf Elliptical Galaxy). Görece küçük ve sönük yapılarıyla galaksimizin gölgesinde kaldıklarından, yakında olmalarına karşın onlarla tanışmamız bu denli yeni. Bilim adamları her ikisinin de Samanyolu tarafından yutulacağını öngörüyor. Hatta onun çekim gücüne çoktan kapılan Canis, bir gezegen gibi Samanyolu’nun çevresinde dönüyor.
En bilinen komşumuz ise yaklaşık 1 trilyon yıldız içeren ve 2,5 milyon ışık yılı gibi algılanması güç bir uzaklıktan hayranlıkla izlediğimiz Andromeda. M-31 diye de anılan ve gezegenimizden çıplak gözle gözlemlenebilen çok az galaksiden biri olan bu görkemli oluşum 4 milyar yıl içinde Samanyolu ile çarpıştığında, her ikisinden çok daha büyük, tek bir eliptik galaksi meydana getirecek.
Sosyopolitik evrenimizin dinamikleri kozmik yasalarla ilginç bir paralellik gösterir. Cisimler birbirlerine yaklaştıkça güçlü olan güçsüzü, büyük olan küçüğü ağır ağır kendi yörüngesine çekip asimile eder. Güç odakları hep daha fazla güçlenme, büyük oluşumlar hep daha fazla büyüme eğilimindedir. Bu eğilimlerin sınırları her zamankinden daha değişken, geçirgen, kırılgan ve gerilimli hale getirdiği bir ortamda, adeta kırık bir aynaya yansıyan imgeleriyle başa çıkmaya çalışan bireyler ve toplumlar popüler mitlerle ve erişilmez olanın fetişiyle bir süre daha avunur. Ancak sürecin sonunda çarpışma ve yıkım genellikle kaçınılmazdır.
Bireylerin ve toplumların birbirlerini soğurmadan, çarpışmadan, yok olmadan etkileşmeleri mümkün olamaz mı? “Komşu Galaksiler” bu sorunun yanıtını arıyor. Sanatçıların her biri, kozmik yasalara asi birer galaksi gibi meydan okuyor. Hem kendi için ayrılmış bir mekânda, kendi merkezinde kalarak, hem diğer sanatçı/galaksilerin alanlarına değerek yapıcı etkileşimin mümkün olduğu alternatif bir kozmos inşa ediyor.
Kendini keşfe çıktığı içsel yolculuğun farklı tekniklerde üretilmiş donelerini mekâna özgü bir yerleştirmede bir araya getiren Merve Şendil, mekânın tarihiyle kendi kişisel tarihi arasında öznel bir bağ yaratıyor. Gerçek ile kurgu, parça ile bütün, tekil ile çoğul arasındaki ilişkiyi esnek bir dil kullanarak yeniden tanımlıyor. Sümer Sayın’ın Ya’sında hayat kurtarma işlevi taşıyan can simidi nesnesinin izleyicinin konumuna göre sürekli değişen ve güvenilmez hale gelen bütünlüğü, algılarımızın göreceliği, geleceğin belirsizliği ve yaşamın kırılganlığı gibi kavramları gündeme getirirken gerçeklik ile yanılsama arasındaki sınırın ne denli muğlak olabildiğinin altını çiziyor. Şafak Çatalbaş’ın belden yukarısı kadın, belden aşağısı dev bir tenya görünümlü sözde-mitolojik karakteri Abdestbozan ise durmaksızın konuşan bir mit üretme makinesi. Sanatçının deyimiyle ‘çevresinde olup bitenler, hafızasından kopup gelenler, işaretler, semboller, güncel haberler, tarihsel söylemler, çok uzaktakiler ve en yakındakiler, söylenenler ve söylenmeyenler’ gibi malzemeler aracılığıyla algılarımızın dayanak noktalarını alaşağı ediyor.
Sanatçıların ortak alanlarda bilinçli bir yaklaşımla karşı karşıya getirilen yapıtları ise, sanatçı/galaksilerin kendi bütünlüklerinden ödün vermeden diğerleriyle yapıcı etkileşim kurabildiği, birinin başladığı cümleyi diğerinin tamamlayabildiği, izleyiciyi de bu kozmik ortamın etkin bir galaksisi olmaya zorlayan bir ‘rizom’ yaratıyor.
Sergide yer alan sanatçılar; Merve Şendil, Sümer Sayın, Şafak Çatalbaş.